Takipçiler

22 Ağustos 2014 Cuma

Mutluluk Üzüntüyle Çarpıştı

Mutluluk üzüntüyle çarpışıyor. 

Büyük bir gürültü, ortalık toz duman. Bir kavga değil, bir yarış hiç değil. Aynı anda aynı yolda burun buruna gelivermişler sadece. İkisi de yol hakkını kendinde görüp gaza basıvermiş. Sonrası, çarpışma. 

Kimin hayatta kalacağını görmek istemiş etraftakiler. Kaygı, öfke, gerginlik, umut, neşe. Gözlerini dört açmış toz bulutunun arasından sağlam çıkacak olanı bekliyorlarmış. 

Zamanla toz bulutu kaybolmuş, manzara belirmiş. Üzüntü mutluluğu paramparça etmiş. Mutluluksa üzüntüyü şişirmiş de şişirmiş. Kabına sığmaz hale getirmiş.

Hiç bir işaretin olmadığı bir yolda, kimin kime yol vereceğini kim tayin eder? 
Senin mutluluğun hiç birinin üzüntüsüyle, senin üzüntün hiç birinin mutluluğuyla çarpışır mı? 
Ne zaman durmak gerekir?

Kardeşsen dostsan, anneysen evlatsan, eşsen arkadaşsan; hiç bir işaretin olmadığı yerde, kimin ne zaman durup diğerine yol vermesi gerektiğini bilirsin. Bilmiyorsan, bunlardan hiç biri değilsin. 

Merve G. 
İstanbul

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Önün, arkan, sağın, solun; ilham!


Ne yaşarsan onu ilham kaynağına dönüştürebilir misin?

Sızlanmadan, kabulkar bir duruşla; her ne olmaktaysa o anda, şimdi tüm o olanların senin için anlamı ne? Neden şimdi gerçekleşiyor? Sana ne söylemek istiyor? Herşey bittiğinde hangi sivri yanın törpülenmiş olacak? Neye yarayacak, neyi değiştirecek, neyi geliştirecek? Sorularını sorabilir misin?

Tamam kabul ediyorum. Başının üzerinde isli bir hava varken, soluduğun oksijenin bile içine sanki başka şeyler karıştırılmış gibi her nefesinde boğazında bir batma hissi oluşuyorken, ya da geceleri uykuların derin sulardan sığ kıyılara doğru gelmekteyken, öyle durupta, efendim şimdi bu bana ne katacak diye düşünmek öyle kolay iş değil. Zaten bu ilham da, kolay lokma değil.

İlham bugüne kadar öğrendiğin o masalsı sıfatlarıyla karşında değil bu defa. Yakıcı, kavurucu, sorgulayıcı ve sorgulatıcı bir kimlikle gelmiş, tam karşında duruyor. Bul beni diyor, çıkar beni, işle ve dönüştür beni.

Hırslı mısın,  mükemmeliyetçi mi, kıyaslamacı mı? Kendine karşı acımasız mısın ya da başkalarına karşı? En iyisi benim fikrimci misin, nereye çekseler oraya giderimci mi? Öfkeli misin mesela, sahip olamadıklarına karşı, insanlara karşı, yaşadığın hayata karşı?
Şimdi sen hangi yanını alıp, neye dönüştüreceksin? Yaşadığın hangi şey senin ilham kaynağın bu defa?

Merve G.
İstanbul


25 Eylül 2013 Çarşamba

Uykusuz Geceler

Uykusuz gecelerin çaresi yazmak. 

Nedendir bilinmez son günlerde geceleri uykuya dalmakta güçlük çekiyorum. Freud bunu günlük hayatla bağı koparmakta zorlanmak olarak  tanımlıyor. Ben dönüşümüze bu denli az kala, bu duruma bir tanım getirip işi daha da zorlaştırmak istemiyorum. Bazen basit çerçeveler, basit anlam yüklemeler, insanı kurtarabiliyor. Uykusuzluk işte, uyuyamıyorsan üret. Mesela uzun zamandır ihmal ettiğin blog sitene yaz. 

Dönüşümüze yaklaşık iki hafta kadar bir süre kaldı. Zaman yine küçük anlara odaklandığında hiç geçmezken, büyük tabloya baktığında insan idrakının dışında bir hızla seyrediyor. Bu ikisi arasında duygu karmaşası yaşarken, bir yandan da kalan son vakti olabildiğince verimli değerlendirmeye gayret ediyorum. Ama ne çare. Zihnim olabildiğince büyük bir kaçış halinde. İstiyor ki sürekli gidişi düşünsün, sonrası için planlar yapsın. Bir insanın senelik ortalama yıllık izin süresi kadar bir sürem var; kitap okuyabileceğim, dinlenebileceğim, kendime ve ilgilerime vakit ayırabileceğim ancak ben zihnimle savaşıyorum. İnanılır gibi değil. Zihnim nasıl olur da bu koskoca 2 haftayı atlayarak yalnızca sonrasına bu kadar takılabilir? Bugünü yaşamazsam, yarın nasıl gelebilir? 
Yaşamayı ertelediğimiz her şey, bir gün hiç ummadığımız bir köşe başında karşımıza dikiliveriyor. Yaslarımız, üzüntülerimiz, kaygılarımız. Bunları bıraktığımız gibi, aynı duygu yükü ile buluyoruz çoğunlukla. Yaşamayı ertlediğimiz mutluluklarımızı ise tarihi geçmiş, bayatlamış, nahoş bir halde buluyoruz, ona eşlik eden bir pişmanlık duygusuyla birlikte. Zamanında sofraya koymadığın her mutluluk, çürüyor. 

 
Şimdi hesabını görelim desek, nice yara var belki sarılacak. Çektikçe arkası gelecek. İnsan biraz da belki bunu ince ince hissettiğinden hiç oralı olmuyor. Sonra diyor, şimdi buna vakit yok. Şimdi sırası değil. Yarın bakarız. Her geçen gün, büyüyor o geçmiş. Hesap şişiyor.  



Bir an, herşey dursa, tüm koşturmaca ve telaş. Ana odaklansak, yaşamamız gereken şeyi ertelemesek, neyi yaşardık acaba? 
Sonra bir an, sarmaya kalksak yaralarımızı. Hangisinden başlardık önce?

Merve G.
Gaborone