Takipçiler

2 Temmuz 2015 Perşembe

Savaşçı İnsanlar


Geçenlerde instagramda çoktan beridir takip ettiğim, takip etme sürecimin bir yerinde aniden kanser olduğunu öğrenmiş, tedaviye başlamış, saçları dökülmüş ve türlü zorluklar yaşamış bir blog yazarının, tedavi sürecinin sonunda duygularını anlatan bir yazısına tanık oldum.

Bu sürecin sonunda çok güzel insanlar kazandığını, ancak bir çok da kayıp yaşadığını anlatıyordu özetle. Dünyada olup biten türlü türlü olayın, aslında birbiriyle ne kadar benzer olduğunu, çeşit çeşit yaratılmış insanoğlunda nasıl da aynı duygulara neden olduğunu fark ettim.  Aslında birbirimizden ne kadar farklı görünsek de, çok benzer duygular yaşıyoruz. Aslında birbirinden ne kadar farklı zorluklarla mücadele ediyor gibi görünsek de, aslında aynı yollarda yokuş yukarı yürüyoruz.

En son blog yazımı neredeyse 1 sene öncesinde yazmışım. Beni yakından tanıyanlar bilirler, her anlamda oldukça zorlu bir yıldı. 1 sene önce yazdığım yazıda anlatmaya çalıştığım şeye bakıyorum da, bugün o duygum olduğu yerde duruyor. Dünya kendi mutluluğu ile sarhoş olmuş, bu sarhoşlukla kimi nasıl yaraladığını asla görmeyen kalplerle dolu.  

Hastalıklar, hastaneler, savaşlar, çekilen fiziksel ve ruhsal tüm acılar iki gerçeği gösteriyor insana, özünde kim olduğunu ve ruhunun el ilkel yanlarını. İnsan yaşadığı şeyle ne yapacağını bilemediğinde ilkel bir şekilde acı çekiyor ve ilkel bir şekilde öfkeleniyor. Doğum sancısı çekerken en ilkel yanı ortaya çıkan o güçlü kadınlar gibi.


İkinci gerçekse diğerleri ile ilgili. Diğer, o çok sevilen, güvenilen insanlarla ilgili. En büyük hayal kırıklığın olanlar. Birer birer gidenler, oradaymış gibi görünüp aslında hiç orada olmayanlar, başta orada olup sonradan kaybolanlar.  Bunu çok doğal bir şeymiş gibi yaparlar, ayda yılda bir yapılan görüşmelerde ilişkide hiç bir kopuş yaşanmamış gibi davranırlar.  Görüşme bittiğinde şaşkınlığın öyle büyük olur ki, kendinden şüphe edersin bir an.  Bir grup başka insan var ki, onlar kötü kalpliler grubundalar. Senin mutluluğundan ne kadar rahatsız oluyorsa, çektiğin acıdan o kadar beslenir.  Nadir gelir, çarpar gider. Zor anlar, zor toplarsın kalbini.

İşte o kanser olan kendisini hiç tanımadığım instagram arkadaşım, aynı duygulara dokunuyordu o yazısında.  Bu süreçte daha şeffaf gördüğü kalplerden bahsediyor.  Nasıl dönüşüp, nasıl değiştiğinden. 1 senede saçlarını kaybetmenin çok daha ötesinde şeyler yaşadığından. Biz onun en çok dökülen saçlarını, değişen bedenini görüyoruz. Oysa o en büyük değişimi ruhunda taşıyor. O artık aynı insan değil, dünyaya başka bir yerden bakıyor. İnsanları daha iyi tanıyor, belki kimisini daha başka severken, kimisinden daha başka uzak duruyor. Belki artık daha keskin sınırları var, artık daha az umursuyor başkalarının ne düşündüğünü, bir de belki artık daha az ihtiyaç duyuyor diğerlerine. Bizse onun giden saçlarını, belki rengi değişen yüzünü görüyoruz sadece. Oysa kim bilir diğerlerinin bilmediği neler değişiyor onun içinde.

Yürekli kadın. Savaşçı kadın. İlkel yanlarını da seven, o yanlarının da farkında olan kadın. Mücadelen en çok seni dönüştürecek. Diğerleri sana gerçekte ne olduğunu asla bilmeyecek.

Merve G.
İstanbul


22 Ağustos 2014 Cuma

Mutluluk Üzüntüyle Çarpıştı

Mutluluk üzüntüyle çarpışıyor. 

Büyük bir gürültü, ortalık toz duman. Bir kavga değil, bir yarış hiç değil. Aynı anda aynı yolda burun buruna gelivermişler sadece. İkisi de yol hakkını kendinde görüp gaza basıvermiş. Sonrası, çarpışma. 

Kimin hayatta kalacağını görmek istemiş etraftakiler. Kaygı, öfke, gerginlik, umut, neşe. Gözlerini dört açmış toz bulutunun arasından sağlam çıkacak olanı bekliyorlarmış. 

Zamanla toz bulutu kaybolmuş, manzara belirmiş. Üzüntü mutluluğu paramparça etmiş. Mutluluksa üzüntüyü şişirmiş de şişirmiş. Kabına sığmaz hale getirmiş.

Hiç bir işaretin olmadığı bir yolda, kimin kime yol vereceğini kim tayin eder? 
Senin mutluluğun hiç birinin üzüntüsüyle, senin üzüntün hiç birinin mutluluğuyla çarpışır mı? 
Ne zaman durmak gerekir?

Kardeşsen dostsan, anneysen evlatsan, eşsen arkadaşsan; hiç bir işaretin olmadığı yerde, kimin ne zaman durup diğerine yol vermesi gerektiğini bilirsin. Bilmiyorsan, bunlardan hiç biri değilsin. 

Merve G. 
İstanbul

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Önün, arkan, sağın, solun; ilham!


Ne yaşarsan onu ilham kaynağına dönüştürebilir misin?

Sızlanmadan, kabulkar bir duruşla; her ne olmaktaysa o anda, şimdi tüm o olanların senin için anlamı ne? Neden şimdi gerçekleşiyor? Sana ne söylemek istiyor? Herşey bittiğinde hangi sivri yanın törpülenmiş olacak? Neye yarayacak, neyi değiştirecek, neyi geliştirecek? Sorularını sorabilir misin?

Tamam kabul ediyorum. Başının üzerinde isli bir hava varken, soluduğun oksijenin bile içine sanki başka şeyler karıştırılmış gibi her nefesinde boğazında bir batma hissi oluşuyorken, ya da geceleri uykuların derin sulardan sığ kıyılara doğru gelmekteyken, öyle durupta, efendim şimdi bu bana ne katacak diye düşünmek öyle kolay iş değil. Zaten bu ilham da, kolay lokma değil.

İlham bugüne kadar öğrendiğin o masalsı sıfatlarıyla karşında değil bu defa. Yakıcı, kavurucu, sorgulayıcı ve sorgulatıcı bir kimlikle gelmiş, tam karşında duruyor. Bul beni diyor, çıkar beni, işle ve dönüştür beni.

Hırslı mısın,  mükemmeliyetçi mi, kıyaslamacı mı? Kendine karşı acımasız mısın ya da başkalarına karşı? En iyisi benim fikrimci misin, nereye çekseler oraya giderimci mi? Öfkeli misin mesela, sahip olamadıklarına karşı, insanlara karşı, yaşadığın hayata karşı?
Şimdi sen hangi yanını alıp, neye dönüştüreceksin? Yaşadığın hangi şey senin ilham kaynağın bu defa?

Merve G.
İstanbul